kendimle buluşacağım vaktin eseri...
(Boşluk!)
“Kaç kere yaşar insan sevdiklerinde, yol kıyısı denizler,
Torosların tepelerindeki karın aynısı Amanosta
beyaz kirlisinden mavi dokunuşlu yar kokusunda! “
(Boşluk!)
Aidiyet duygusu, hüzün;
Dalga boşluklarına düşen kayıklar gibi,
Sesi olmayan Fırtınaların can kuşağında sabah uyaran sevinç şaşkını.
(boşluk!)
Ölüler geçiyor ilk büyüdükleri yer altı kentlerinden,
Fındık bahçelerinde güneş yangını toprak,
tulumu mavi işçi elleri gibi taneli ve kırmızı,
buluştuğu an gülüşlerinde eylem ruhlu can gidişleri
(Boşluk!)
Anılar zincirinde, eskimeyen türkülerin sesi gibi “aşk “
Devrimin en güzel konçertosunu sunan orkestranın.
( Geriye dönüş.)
İstanbul
Küreksiz sandala binip giden O’ nun
hiç bitmeyen hikayesi.
Üretkenlik nasıl bir şey ki;
Kadıköy Rıhtımında martıların vapurları çoğalttığı
seyrüseferleri.
Çocukların ellerinde simitçi ünlemleri.
(İleriye gidiş…)
Dalgacı olduğum vakitler sabahında uyandığım düşlerimdeyim. Deniz lodos öncesi karıncagezer ya da su içer dinginliğinde ben fırtınalar eşiğinde kapıdan içeri girmek üzereyim. Yıldızları seyrek tutan gökyüzünün koyu karanlığını izliyorum. Her yanım bir yerde kalıyor, her yanım dağınık tekne liman sevdalarında “ Senler yoklar, düşler yoklar.” saçıma sakalıma karışmaktayım. Daha kaç kere çocuk kalacağım ben büyümeden mi ölmeliyim?
Hedef tahtasında atış yapan serseri gençliğimin kalıntısından küçük düşler satıyorum. Almıyorlar vuruyorlar. Almıyorlar; öldürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ben ayakta (mı) yım hala?
(Sevgilim balık gülümsüyor!)
Mavi yakamoz gümüşi parıltılar aşk, renkler ve ahenkler uyumlu bir çiftin dansına eşlik ediyor. Sahnede kadınlar ve erkekler, kediler ve köpekler, üretenler, ürettirenler. Klasik bir müziğin yıllanmış şarap kıvamında yanı başımdaki kordondan geçip giden siluetler. ” Kaç kere yemin edip, kaç kere geri döndüğünü anlatan şarkılar.” Bütün masalar illa ki de eski püskü ama kendini yenileten birer anıyı not alıp, belleklerine depoluyorlar...
(Sevgilim kedi;)
Limanda verdiğim balıkların hatırına, gelip ayaklarıma sürtünüyor. Bir yudum rakı versem ne kadar sarhoş olur acaba? “ Ulan velet, geldiğimde el kadarlıktın, oldun kocaman!” Besleyecek bir aşkın yoksul açlığından geçip gidiyoruz.
Bardak ve rakı gülümsüyor.
“ Aşkı büyütmek için arama kendinde, karşındakinden de bekleme, yaşayabildiğin an anı kalsın sende!”
Ben gülümsüyorum.
” Yarasın bütün körkütük aşkların şerefine!”
Hesapta içmeyecektim kaç yıl önce bu zamanda ölmüştü sevdiğim insan. Her darlığımda “ Neyin var oğlum?” diye yumuşakça sıkıntılarıma merhem olan.
İhanet mi etmiş oldum şimdi?
Ama bu şarkılar bu akşam başka çalıyor be, salaş bir teknenin güvertesinde yıldızlar seyreltip göz kırpıyorlar. Ne halt etsem olmuyor, zaten ayda yılda bir kıvamını yakalamışlığımız.
(Sevgilim masa gülümsüyor.)
” Ne ihanetlere tanık oldum ki ben . Senin ki masum. Olsaydı yanında gülümserdi şimdi hayal ettiğin gibi. “
Özledim mi ne! En sevdiklerim neden erken gider ki , kaç yaşında olursam, hep bir yanım yetim.
Balık olmakta zor be! Suların akıntısında yol bulup ılık sulara yelken açmak, güvenmek, maviye sarılmak. “Deniz ne yapsın, insan bozulup ta girmişse içine.”
Sevgilim Albatros; “ Hadi kanatlan bakalım, yolculuk vakti.”
Nereye gideceğim ki, Sırça köşk pancurlu evlerinde perdeleri çekik akşamların misafiriyim. Palmiyeler gülüp duruyor devrik kanatlarında bir ülkenin tarihsel kronolojisi, rakamların hükmünün geçmediği aymaz unutkanlıkların gölgesinde hastalıklı ruhumuzdan dersler çıkarma vaktindeyiz.
Sevgilim Albatros; " söylesene biz hangi mevsimin çocuklarıyız?" Dün, bugün , yarın orospu da gün sayan tutsaklığın gölgesinde mi güneşlenmekteyiz?
Koltukların arasına yığılmış çıplaklığı var kadının, beyaz teninde güneş görmemiş uzuvlarının yangın seremonisi, Güneşten mahrum kalmanın ağır ezikliğinde esrik rüzgarların sesine gider gibi? Pencerenin içinde cam, camın ötesinde ışıklar. Küçükler, küçücük aydınlıklar, mum kadarcıklar. Mandalin ağaçlarından gelen mevsim bitimi çürümüşlük ve yaprakları yeşil bir üşümüşlük, titriyorlar. Özlemek zor şey be kardeşlik! Sevgilim bahar ne zaman geleceksin sen?
Kimsesi yok çocukların
Sokakların kimsesi yok
Sesimiz soluğumuz
Bir denizlik ömrümüz vefasız
Eski sararmış takvim yapraklarıyız
Hicri rumî mîladi
Üç zamanlı aşkların gölgesindeyiz
Göğsü diri iki deniz dalga..
Dik zamanların italik harfleri gibi
Aşk eğilmesi gün seğirmeleri.
Ateş-ten çıplaklığında sevişmelerimiz
Biz hep böyleyiz..
Bir sızımlık canlı hayat
sıkıldıkça posasından insan yapanlar
biz hala ayaktayız.
aşksız günlerimiz saymadıklarımız.
Yarın ben biraz daha küçüleceğim, zamanın ömrü tükenecek göreceğim. Bir yaş daha çocuk kalmanın geriye sayımlarında aşkın elinden tutup yürümek isteyeceğim belki, “ elimden tutarsa tabii ki;” Özgürlüğümün sınırsız ve ahlaksız yasalarını yeniden gözden geçirip potansiyel kavramlar üretmek isteyeceğim, potansiyel çoğunluklara, aşklara, satılmışlıklara. Yıl döngülerinin geniş yelpazesinde aşk sunan kadınların potansiyel artırmalarındaki gece yoğunluğunu izleyeceğim sokak aralarında… Bir kızım olmadığı için asla tadamayacağım bir duygunun aç mısralarından, sokaktan geçen hırpani kılıflarda, milenyumsaldan arta kalan değişikleri izleyeceğim en saf ve bakir duygularla..
“Benim hiç param olmadı.” Tam sokağın köşesini dönerken duyduğum beyaz saç ve sakallı bu ses, yıl döngülerinin bol kanamalı adetleri gibi düşecek sokağın izbe ışıklarına. Mavi tulumlu işçi yorgun gece vardiyasında, denizde ışıklı balıkçılar öfkeli alınganlıklarında ağlarla, genç yaşlanan yarınsız çocuklar yorgun ağırlıklarında, tel tel dökülmüş saç aralarında saçak ıslaklığında “ Hiç parasız “ insan olacaklar.. En güzel aşk şiirini yazan şaire “ hiçpara” ödülü verilirken, duygusallaşıp en detone sesinde torpilsiz bir tonda seslendirme
yapacak. Siz hiç paralılar alkışlayacaksınız.
Hiç parasız insanların kentinde azınlıklar, en asude
mekanlarda hiçparalı harcamalardan kaçınmadan yıldöngülerinde az kanamasız
dileklere kadeh kaldıracaklar.. “ Şerefine İnsanlık.”
Ben biraz daha küçüleceğim, siz biraz daha ama
” bu aşktan var ya; her gün birkaç insan daha ölecek sokaklarda. “
Kızılcık kızlarım ve erkeklerim, fabrika tarla okulda ve sokakta hiç parasız yaşamayı öğrenecekler hayatla...
Her keseye göre bir aşk var mutlaka var hayatta, her keseye göre bir savaş dünyada, her canlıya göre bir tanrı kainatta, her keseye göre satılacak bir şey mutlaka var hayatta.
-Yıldöngülerinin ay başlarında hiç parasız umutlara…-
ne çok insan var içimizde
ne çok hayat
ne çok aşk
ne çok deniz ve toprak
ne çok sevdalarımız öykünmelerimiz
ne çok yok var içimizde
bir kendimiz eksik…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yap