Fırtınalı bir günün sonunda
bir dal istedi kadın
tutunmak için
bir mum yaktı
adamın biri elini uzattı
renksemez bir günün
beyazımsı gizemiyle
böylece bir muhabbet başladı
gözce
beslendi gönül koyları
sessizce
bir mum daha yaktı adam
yüreğini açacaktı kadına
meylini ömrüne dolayıp
masallar anlatacaktı
bin bir gecede
koynunda yasemen kokusu
gözleri denize ayna
düşler
dedi kısaca
geldim
dedi kadın
yer bulamadım kendime
geriledi adam
kaybetme korkusuyla
düğümledi kendini
yeniden
kendi içinde
iki yaz iki kış dört bahar geçti
gelgeçler içinde
son mevsimin son gününde
aklı göç etti yüreğine
beyaz bir gül ile misafir oldu adamın düşlerine
sana geldim
götür beni gözlerindeki karanlığın ötesine
dalgındı fark etmedi adam
bozulmasını istemediği bir rüyanın içindeydi
kendince
kırılan kirpikleri
battı
göz göz olan yüreğine
aşka gücenik bir tebessümle
hoşça kal dedi adama
bütün aynalar bir bir kırılıyordu
adamın bedeninde
gitme
sevdiğim umudum kavgam
gitme
diye haykırıyordu tüm varlığıyla
benzersiz bir çığlıktı adamın sesi
kulaklarında
onca yıl sonra
ilk defa adıyla sesleniyordu kadına
Uzun uzun baktı kadın
Yoruldum sessizliği okumaktan
yaşanası bu hayatı
seyretmekten yoruldum
tüm tatlar acıya çaldı adam ile kadının yüreğinde
Sormak ya da söylemek istediğin bir şey varmı
diye sordu kadın
bir yaşam çizdi adam
bir kulübe yaptı
yemyeşil ormanın ortasına
umutlar ekti gökyüzüne
şelaleden bölünen bir derecik akıyordu kulübenin arka tarafında
güneşin ilk ışıkları süzülüyordu odalarına
her sabah kuş sesleriyle karışan suyun şırıltısına uyanıyorlardı
zamansız yağmurlara tutuluyorlardı
sırılsıklam
bir yandan kahvelerini yudumluyor
bir yandan gökkuşağının çıkışını izliyorlardı
donmuştu kadın öylece bakıyordu
bir meşale yaktı adam
yüreğini koydu
korkusuzca baktı kadının gözlerine..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yap